-
Kahve Aynı Kahve Ya Ben
Geçen Pazar transferdeki Çin fırtınasını okumuştunuz bu köşede. Son satırı bu hafta yaşananların da kısa bir özeti oldu galiba. Baba filminde Vito Corleone'nin sinema tarihinin en unutulmaz repliklerinden biri olan "Ona reddedemeyeceği bir teklif yapacağım" Çinlilerin dilinde düşmedi ve yıldızları birer birer ülkelerine çektiler. Jackson Martinez, Atletico Madrid'in 35 milyon Euro ödediği ama 6 ayda teneke onbirlerin santrforu olmaktan öteye gidemeyen santrforuydu. Menajer Jorge Mendes, onu 43 milyona Çinlilere sattı. Yaz aylarında beri Ersan Adem Gülüm'ün peşinde olan Çinliler Beşiktaş'ın inadını 7 milyon Euro ile kırdı. Son olarak Lucescu, Alex Teixeira'yı 50 milyon Euro'ya Ukrayna'dan Çin'e ihraç etti. Bir haftada yaşananlar futbol tarihinde bir eksen kayması ve transfer treninin raydan çıkmasıdır. O zaman o tarihin sayfalarını aralayalım ve 35 yıl öncesine dönüp günümüze kadar bir transfer turu yapalım. 80'ler, maçların devlet televizyonlarından yayınladığı, yayın haklarının tek sıfırlı olduğu, maç biletlerinin iki sosisli bir içecek ayarında olduğu yıllar. Avrupa, 1980 yılında genç bir Alman yıldızın Barcelona'ya transferini konuşmuştu. Bernd Schuster için Katalanlar, Köln kulübüne 125 milyon Pesetas (1.9 milyon Euro) ödemişlerdi. İki yıl sonra Barcelona bir büyük bomba daha patlattı ve kesenin ağzını açtı. Maradona için 1 milyar 200 milyon Pesetas (8 milyon Euro) ödediler. Bugün Barcelona'nın 25 futbolcusuna ödediği yıllık ücret toplamının 425 milyon Euro olduğunu Maradona transferinin bir köşesine ataçlayalım isterseniz. Maradona, 1984'de Napoli'ye 13 milyar Liret'e (6.5 milyon Euro) satıldığında imza törenine San Paolo Stadı'na gelen taraftarlardan transfere yardım için biner liret alınmıştı.
Maradonalı Napoli'nin önünün kesmek isteyen Juventus'un Napoli mafyası Camorra ile işbirliği yaptığı söylenir ama Silvio Berlusconi transferi tercih etmişti. Hollanda'da 24 yaşında bir büyük yetenek vardı. Bir yıl sonra Euro 1988'i kaldıracak olan Ruud Gullit için 13.5 milyar Liret ödediler. 1989 yazında Inter, Brehme ve Matthaus'un yanına bir Alman daha eklemiş ve Jurgen Klinsmann için bugünün kuruyla 15 milyon Euro bonservis bedeli ödemişti. 90'lı yılların başı başta İngiltere olmak üzere Avrupa'da yayın haklarının özel televizyon kanalları gittiği, ikinci yarısında ise dijital platformların kurulduğu günler. Bir de elbette Avrupa futbolunun tarihini değiştiren Şampiyonlar Ligi ve ondan elde edilen gelirler... Eski Yugoslavya'nın efsane takımları Kızılyıldız, Partizan, Romanya'dan Steaua Bükreş vitrinden düşürken, İskandinavlar Goteburg ile bayrağı ayakta tutmaya çalışırken, İtalyan ve İspanyolların yıldız koleksiyonculuğu yaptığı yıllar...
İtalyanların mütevaz kulübü Bari bile büyük transfer bombası patlatmış, 91'de David Platt için bugünün hesabıyla 8 milyon Euro ödemişti. 1992'de Juventus, Gianluca Vialli için kesenin ağzını açtı. Sampdoria'ya 30 milyar Liret (20 milyon Euro) bonservis ödediler. Dennis Bergkamp gibi bir golcü bugün olsa en az 70 milyon eder, öyle değil mi? Hollandalı efsane Inter'e yar olmadı, kendini Arsenal'de buldu ama Milano kulübü onun için 1993 yazında 18 milyar Liret (12 milyon Euro) ödemiş iki yıl sonra da İngilizlere aynı paraya satmıştı. 90'ların ortasında Nottingham Forest, golcüsü Stan Collymore'u 8.5 milyon Sterlin'e Liverpool'a sattığında İngiliz gazeteleri bunu yılın transferi ilan etmişti. Premier Lig tarihinin en çok gol atan adamı sadece 15 milyon Sterlin mi eder? 1996'da öyleydi, Alan Shearer, Blackburn'den Newcastle United'ın yolunu tutmuştu. 1997'de yılın transferi 51 milyar Liret ( 27 milyon Euro) karşılığında Barcelona'dan Inter'e giden Ronaldo idi. 1998'de Real Betis'in Denilson için Brezilya kulübü San Paolo'ya neden bugünün parasıyla 30 milyon Euro ödediğini kimse anlayamadı. 90'ların sonu İtalyanlar için renkli transfer dönemiydi. Dijital platformların rekabetinden nemalanan kulüpleri kasalarını doldurdu ama sonunda olan iflas eden yayıncı kuruluşlara oldu. 1999'da Inter, Vieri için 46.5 milyon Euro ödedi. Barcelona taraftarı 61 milyon Euro karşılığında Real Madrid giden Figo için "Senden nefret ediyoruz çünkü seni çok sevmiştik" dediklerinde sene 2000'di.
İşte o günden sonra iş çığrından çıktı. Real Madrid Başkanı Florentino Perez'in Los Galacticos projesiyle futbol tarihinin yeni kuru Euro idi ama değişen bol sıfırlı yayın hakkı anlaşmaları, sponsorluk gelirleri, forma reklamları ve alıp başını giden kombine- maç bileti fiyatlarıydı. Zidane'ı Juventus 71 milyon Euro'ya sattı ama onu izleyenler bilir bugün galiba en az 120 milyon ederdi. 45 milyona Fernando Torres, 94 milyona Cristiano Ronaldo, 100 milyona Gareth Bale ile bugünlere geldik. Yarın belki Pogba 100 milyona, Neymar 200 milyon Euro'ya gidecek. Futbol topları, kramponlar değişti, transferde 100 milyon Euro barajı geçildi ama değişmeyen topun 420 gram, kalenin 7.32 metre olduğu... Avrupa, Euro'ya geçtikten iki yıl sonra bir Almanın içtiğimiz kahveyi gösterip bana dediği gibi: "Bir Mark'a içiyorduk, şimdi 1 Euro (iki katı), kahve aynı kahve, ben aynı ben miyim bilmiyorum." O kahve 2016'da Avrupa'da bizde "üçüncü nesil" kahvecilerde 2-3 Euro....Calcio03:21Yorum YokErsin Aygun
-
Ne Kazanıyorsan İki Katı
Bazen bir film ya da dizi bile bir spor dalının kaderini değiştirebilir. Beyaz Gölge ile büyüyen kuşakların okul ve semt sahalarındaki -hele bir de filesi varsa- tadından yenmeyen tek pota maçlarından az mı oyuncu yetişti bu ülkede? Futbol bizde de Güney Amerika'da da hala ve çokça sokakların, mahalle sahalarının, plajların apartman boşluklarının oyunu. Bir ülkede futbol ve tribün kültürünün yerleşmesi zaman alır. Bu sevda naklini ne parayla ne de büyük yıldızlarla 1-2 yılda yapamazsanız. Bir kuşak biraz sever belki ama bir sonraki kuşakta atılan tohumlar yeşerir. Geçmişte ABD'de ve Japonya'da, son yıllarda ise Çin'de olduğu gibi. Japon futbol animelerinin "güzel oyunu" sevdirme projelerinde nasıl başrol oynadığını anlatmaya gerek yok galiba. Japonların çizgi film karakterleri futbolu sadece Uzakdoğu'da değil tüm dünyada da daha sevilir ve oynanır bir oyun haline getirdi.
ABD'nin 40 yıl önce bütün veteran starları Cosmos çatısı altında topladıkları projenin bugün yükseltilmiş versiyonu ABD Futbol Ligi. Avrupa kıtasında her şeyi kazanmış, kariyerlerinin sonuna gelmiş yıldızlar (Henry, Gerrard, Beckham) ve şaşırtıcı derecede erken yaşta Amerikan rüyasının büyüsüne kapılan yetenekler (Giovinco, Giovani dos Santos), son Dünya Kupaları'nın artık esaslı takımı mertebesine erişmiş ABD'nin yolunu tutuyorlar. ABD'de alt yapı çalışmaları, kadın futbolunun gelişimi bu sayfalara sığmaz ama dünyanın en güçlü ekonomisi artık Avrupa kıtası dışında kendine ciddi bir rakip buldu. 1.5 milyara koşan nüfusuyla dünyanın en büyük ikinci ekonomisi olan Çin ve onun sadece 12 yıllık tarihe sahip olan Süper Lig'i. ABD ve Çin arasındaki fark ise ABD kulüpleri kariyerinin sonundaki yıldızlara bonservis ödemeyip, büyülü dünyanın bir parçası olmaya davet ederken, Çin kulüplerinin futbol ekonomisini bilenler için akıllara ziyan bonservis bedellerini gözden çıkartıp, futbolculara "Kulübünde ne kazanıyorsan iki katı" diyerek baştan çıkarmaları. Yılda 10 milyon Euro'ya Çin'e giden Drogba ve Anelka çabuk sıkılıp döndüler kıtaya ama bu ara transfer dönemi de gösterdi ki, Çin kulüpleri hem finansal olarak zordaki Avrupa kulüpleri için oksijen tüpü, hem de yıldızları astronomik rakamlarla ayartan bir oyunbozan.
Chelsea'de oynayıp Brezilya Milli Takımı forması giyen 28 yaşındaki Ramires'in Premier Lig'den ayrılıp Çin'e gitmesinin arkasında Londra'da kazandığının iki katı olması dışında başka ne olabilir ki? Geçen sezon Beşiktaş taraftarının pamuklara sardığı, duvarlara poster olmuş Demba Ba için gelen teklife hangi taraftar hayır diyebildi? Ya da Beşiktaş'ı çok seven Demba Ba, şampiyonluk hedefini bırakıp neden Çin'e gitti? Sevilla'dan ayrılan Mbia neden Trabzonspor'a gelmişti. Çünkü Sevilla'nın verdiğinin iki katını vermişti Trabzonspor. Çin'de 2004 yılında futbol ligi kurulduğunda Ahmet Dursun,Tarık Daşgün ve Semavi Uzun uzaklara futbol oynamaya giden ilk Türk futbolcular olmuş, Ahmet Dursun kısa zamanda pes edip geri dönmüştü. O günlerden sonra Çin'e futbolcu ihraç edemedik ama görünen o ki UEFA'nın finansal kıskacında boğulmak üzere olan tüm kulüplerimiz bir iki yıl içinde Çin'e futbolcu satmak için ellerinden geleni yapacaklar. 2004 yılında 12 takımla oynanan lig, 2014 yılında adını Çin Süper Ligi olarak değiştirdi ve artık 16 takımla yola devam ediliyor. Ülkenin en büyük emlak ve inşaat gruplarından Evergrande'nin desteğini arkasına alan Guangzahou'nun adını artık dünyada bilmeyen yok. Son 5 sezonda şampiyonluklara ambargo koyan ve son 3 yılda iki kez Asya Şampiyonlar Ligi Kupası'nı kazanan Guangzahou Evergrande'yi Brezilyalı teknik adam Luis Felipe Scolari çalıştırıyor. Chelsea kaptanı John Terry'nin de gelecek sezon bu ülkede forma giymesi bekleniyor. Golcü Asamoah Gyan'dan, teknik adam Sven Goran Eriksson'a, eski Trabzonsporlu Paulo Henrique'den, Avustralya'nın en klas topçusu Tim Cahill'e, Inter'den ayrılan Guarin ve Roma'dan Pekin uçağına binen Gervinho'ya kadar birçok yıldız Avrupa'da üç sezonda kazandıkları milyon Euro'ları bir sezonda banka hesaplarında görebilmek için Çin'in yolunu tutuyor, tutmaya da devam edecekler. 12 yılda seyirci ortalamasını 10 binden sadece 22 bine getirebildiler ama gelecek sezon yayın hakları sezon başına bir milyar 200 milyon Euro'ya satılan Çin Lig takımlarının mottası, "Baba" filminden Vito Corleone'nin unutulmaz "Ona reddedemeyeceği bir teklif yapacağım" repliğinden başka ne olabilir ki?Calcio06:46Yorum YokErsin Aygun
-
Blog Yazısının İçeriğini Sayfalara Ayırmak
Bazı büyük çaplı bloglarda, portallarda ve haber sitelerinde gördüğümüz yazıyı birden fazla sayfaya bölerek, yazı içerisinde geçiş yapılması olayını Blogger'a uygulamak isteyenler için çok profesyonel olması aynı işlevi görecek bir ipucu ve kod paylaşmak istiyorum.Bir örnekle açıklamak gerekirse; 3000 kelimelik bir yazı yazdığınızı düşünün. Bu yazıyı yayınladığınızda sayfada oldukça fazla yer kaplayacak ve kaydırma çubuğunu epey hareket ettirmek zorunda kalacaksınız. Üstelik bu kadar uzun bir sayfa okuyucuyu da ürkütüp okumaya üşendirebilir. Böyle bir durumda bu kodları kullanarak 3000 kelimeli yazıyı 1000 bölümlük 3 parçaya ayıracak ve yazının altındaki numaralı navigasyon butonlarıyla bu parçalar arasında geçiş yapabileceksiniz.İşleyişi daha iyi anlamak için hazırladığım şu örnek videoyu izleyebilirsiniz:Gelelim bu uygulamayı blogunuzda nasıl kullanacağınıza. Öncelikle şablonunuzun kodlarında jquery olması gerekiyor. Eğer daha önce eklemediyseniz Blogger kumanda panelinize giriş yaparak Şablon > HTML'yi Düzenle yolunu takip ederek HTML kodlarını açın ve Ctrl + F tuş kominasyonunun yardımıyla açabileceğiniz arama kutusuna </head> yazarak bu satırı bulun. Hemen üzerineşu kodu ekleyin:<script src="//ajax.googleapis.com/ajax/libs/jquery/2.0.0/jquery.min.js"></script>
Hemen altına ise şu kodları ekleyin:<script type="text/javascript">
jQuery(document).ready(function(){
jQuery('.button_1').click(function(){
jQuery('.content_1').fadeIn('slow');
jQuery('.content_2').fadeOut('fast');
jQuery('.content_3').fadeOut('fast');
jQuery(this).css('background','#F4655F');
jQuery(this).css('color','#fff');
jQuery('.button_2').css('background','#fff');
jQuery('.button_2').css('color','#F4655F');
jQuery('.button_3').css('background','#fff');
jQuery('.button_3').css('color','#F4655F');
return false;
});
jQuery('.button_2').click(function(){
jQuery('.content_1').fadeOut('fast');
jQuery('.content_2').fadeIn('slow');
jQuery('.content_3').fadeOut('fast');
jQuery(this).css('background','#F4655F');
jQuery(this).css('color','#fff');
jQuery('.button_1').css('background','#fff');
jQuery('.button_1').css('color','#F4655F');
jQuery('.button_3').css('background','#fff');
jQuery('.button_3').css('color','#F4655F');
return false;
});
jQuery('.button_3').click(function(){
jQuery('.content_1').fadeOut('fast');
jQuery('.content_2').fadeOut('fast');
jQuery('.content_3').fadeIn('slow');
jQuery(this).css('background','#F4655F');
jQuery(this).css('color','#fff');
jQuery('.button_1').css('background','#fff');
jQuery('.button_1').css('color','#F4655F');
jQuery('.button_2').css('background','#fff');
jQuery('.button_2').css('color','#F4655F');
return false;
});
});
</script>
Son olarak şablonda ]]></b:skin> satırının üzerine şu kodları ekleyin:.post-pagination { margin: 40px auto; text-align: center; width: 100%; float:left;}.button_1, .button_2, .button_3 { border: 1px solid #000; font-weight: 900; padding: 6px 16px; color:#f4655f; transition:ease 0.69s !important;}.button_1:hover, .button_2:hover, .button_3:hover { background: none repeat scroll 0 0 #f4655f; color: #fff; text-decoration: none;}
Şablon kodlarıyla işimiz bitti. Şimdi uygulamayı kullanacağımız yazıya gidelim veya yeni bir yazı yazalım.Yazı editöründen yazının HTML kısmına geçiş yaparak aşağıda kodları ekleyelim:<div class="content_1">
Birinci sayfada görünmesini istediğiniz içeriği buraya yazın.
</div>
<div class="content_2" style="display: none;">İkinci sayfada görünmesini istediğiniz içeriği buraya yazın.
</div>
<div class="content_3" style="display: none;">Üçüncü sayfada görünmesini istediğiniz içeriği buraya yazın.
</div>
<div class="post-pagination">
<a class="button_1" href="#">1</a>
<a class="button_2" href="#">2</a>
<a class="button_3" href="#">3</a>
</div>
Gördüğünüz gibi yazıyı parçaya bu kodlarla ayırıyoruz. Kırmızı renkle gösterdiğim yerlere içeriğinizi yazabilirsiniz.Blogger Eklentileri03:481 YorumErsin Aygun
-
Biraz Pirlo Biraz TevezAma O Paulo Dybala
Dört yıl arka arkaya şampiyon olmuş, son şampiyonluğunun sezonunda da Şampiyonlar Ligi finali oynamış bir takım omurgasındaki üç önemli adamı kaybederse yeni sezonda başına ne gelirse Juventus'un başına fazlası geldi. İtalyan futbol tarihinin en başarılı en çok şampiyonluk kazanmış takımı sezon başında küme düşme hattının kenarında dolanıyor tarihinin en kötü başlangıcını yaptığı sezonda maç kazanamıyordu. Carlos Tevez gibi bir adamı elbette kadroda tutmak isterlerdi ama Apaçi'nin memleket hasreti kabarmıştı, gidene dur denmezdi. Maestro Pirlo ise artık İtalya Ligi için kendini yorgun hissediyordu, ABD'de futbol oynamayı kafasını koymuştu. Orta sahanın delisi Vidal'a ise Bayern Münih 40 milyon Euro teklif etmişti. Hepsi valizlerini toplayıp ayrıldılar Torino'dan. Dört sezonu süpürmüş kadronun omurgasından geriye takım küme düştüğünde bile kulübü terk etmeyen kaleci Buffon bir de emektar Chiellini kalmıştı, bedava gelen Pogba ve evlat Marchisio'yu da yazarsak yanlarına, doğrusu geriye kalanlar figüran.
Agnelli Ailesi'nin elini cebine atmakta zorlandığı son beş yılda, bonservisi elinde yıldızları Juventus armasının büyüsüyle ikna eden kulüp yönetimi, 15 yıl önce Zidane'dan gelen parayla yürüttükleri transfer kampanyasının bir benzerini sahneye koydular. Real Madrid'i Zidane'ı sattıkları sezonda Parma'dan aldıkları genç kaleci Buffon'a tarihlerinin en büyük rakamını ödemişlerdi: 52 milyon Euro. Yetmemiş Lazio'dan Pavel Nedved ve Parma'dan Lilian Thuram için de kulüplerine 41 milyon Euro havale etmişlerdi. Bugünün futbol ekonomisinde bile büyük ama 15 yıl öncesi için akıllara ziyan rakamlardı. Capello has adamı Emerson'u 28 milyona getirdiğinde yönetim sesini çıkarmadı. Juventus'un rekor transferleri arasına yolları sonra Türkiye'ye çıkacak Felipe Melo ve Diego da girdi. Diego'ya 27, Melo'ya 25 milyon ödediler ama istediklerini alamadılar. Di Vaio'ya ödenen 26 milyon da ziyan oldu ama 23 milyona alınmış Trezeguet, milyonların hakkını verdiler. Juventus tarihinin en pahalı transferi olmayı başaran "Çocuk"a 32 milyon Euro+8 milyon bonus önerdiklerinde Palermo Başkanı bir kez daha parlatıp satmış olmanın keyfiyle purosunu yakıyordu sezon başında. Yıllar önce Arjantin'den Cordoba'dan genç bir orta sahayı getirmiş, vitrine çıkarmış ve onu Paris Saint Germain'e satmıştı. Javier Pastore gibi Paulo Dybala da Cordoba'dan yetişmiş bir gençti, onu ülkesinden kopartırken az çekmemişti Palermo Başkanı Zamparini.
19 yaşında İtalya'ya getirdiği çocuğa Arjantin'de mücevher lakabını takmışlardı ama birinci ligde bir takım forması bile giymeden, ikinci ligde iki sezonda sadece 38 maça çıkmış Dybala, doğrusu işlenmemiş elmas gibiydi. İtalya Batistuta, Crespo gibi efsane Arjantinli santrforlar görmüştü ama başkanın "Yeni Sergio Agüero" dediği Dybala bir ikinci lig topçusu olarak kapalı kutuydu. Birçok Arjantinli gibi onun ailesinin kökleri de Avrupa'ya dayanıyordu. Dedesi Polonyalıydı, annesinin ailesi ise Arjantin'e İtalya'dan göç etmişti. Babası onun elinden tutup Cordoba'daki Instituto kulübüne götürdüğünde 10 yaşındaydı. Birinci ligden Newell's Old Boys'un yetenek avcıları onu istediğinde babası "Hayır" dedi. Paulo'yu ağabeylerinden ayıramaz, uzaklara yollayamazdı. Haftanın altı günü evlerinden bir saat uzaktaki Cordoba'ya oğlunu getirdi götürdü baba. Çocuk 15 yaşına geldiğinde kulübün tesislerinde kalmaya başladı, onu artık idmanlara götürecek bir babası yoktu. Sendikanın belirlediği asgari ücret olan 900 Euro'yu verdi kulübü profesyonel olduğunda. Palermo onu İtalya'ya getirdiğinde ise 500 bin Euro'ya imza attı. İkinci ligden gelen Dybala, Palermo'da ikinci sezonunda kendini ikinci ligde buldu. Takım küme düşmüştü, üstelik bu lig yangın yeriydi. Palermo ertesi sezon tekrar Serie A'ya çıkarken Dybala'nın kartvizitinde Palermo formasıyla sadece 8 gol yazıyordu.
Ne olduysa geçen sezon oldu. 34 maçta 13 gol attığı sezonda İtalya'nın transferdeki bir numaralı yıldızı oldu ve Carlos Tevez'i kaybetmiş Juventus, Mandzukic ve Simone Zaza gibi iki önemli golcüyü kadrosuna kattığı sezonda onun için 40 milyonu Palermo başkanının önüne serdi. Juventus'ta frikikleri ve kornerleri Pirlo, golleri de Carlos Teez atardı. Sezon başında "Bu sezon bunlardan birşey olmaz" denilen Juventus'u ayağa kaldıran Dybala oldu. Frikikleri attı, biraz Pirlo oldu, golleri attı, atmaya devam ediyor, biraz Carlos Tevez oldu ama çokça da Paulo Dybala oldu. Sözü ona bırakmanın vaktidir:
"Durup dururken ağlarım ben. Babam aklıma gelir ve ağlarım. O öldüğünde 15 yaşındaydım. Pankreas kanseri olmuştu, annem benden saklamıştı, onun hep iyileşeceğine inanmıştım. Beni idmanlara hep götürür getirirdi. Üç kardeşiz, iki ağabeyim de futbolcu olamadı. Oysa ki babam hep bir oğlunun iyi bir futbolcu olmasını isterdi. Babam öldüğünde kulüpten izin alıp bizim kasabanın takımında altı ay oynadım. Kulüp tesislere pansiyon yaptırıp beni çağırdığında ailesinden uzak, 15 yaşında bir yetimdim ve tuvalete kapanıp ağlardım ama futboldan vazgeçmedim. Babamı çok özlüyorum ama bugün İtalya'da oynarken onun benimle gurur duyduğunu biliyorum."Arjantin, Calcio03:34Yorum YokErsin Aygun
-
Blogger Site Haritalarınızı Güncellediniz Mi?
Blogger site haritası oluşturmak ile ilgili yaklaşık 5 yıl önce yayınladığım yazı pek çok kişiye rehber oldu ve Blog Hocam'ın en çok okunan yazılarından biriydi.
Yakın zaman Google Web Yöneticisi Merkezi'ne girip site haritalarını inceleyenler bir aksilik ve gariplik olduğunu fark etmişlerdir. Şöyle ki; önceden Google tek bir site haritası ile 500 içerik indekslerken artık 150 içerik indeksliyor. Bu nedenle bizim eski site haritalarını silip yeni site haritaları eklememiz gerekiyor.
2016 Blogger İçin Site Haritası Oluşturma Ve Ekleme
Google Web Yöneticisi Merkezindeki site haritalarını güncelleme işlemini 3 adımda gerçekleştireceğiz.
1. Adım: Google Web Yöneticisi Merkezine giderek eski site haritalarını silelim. Bununn için Google Web Yöneticisi merkezine giriş yaparak blogumuzun ismine tıklıyoruz ve açılan sayfada sol taraftaki menüden Tarama > Site haritaları yolunu izliyoruz. Ardından önceden oluşturduğumuz site haritalarını seçerek siliyoruz.2. Adım: Şimdi yeni site haritalarını oluşturalım. Bunun için eski yöntemi kullanacağız ama bir farkla. İndekslemeyi 500er 500er değil 150şer 150şer yapacağız. Ben ilk 1000 içerik gerekli olan site haritalarını aşağıda yazdım. Eğer 1000'den az içeriğiniz varsa oluşturduğum bu site haritalarının hepsini ekleyebilirsiniz.atom.xml?redirect=false&start-index=1&max-results=150
atom.xml?redirect=false&start-index=151&max-results=150
atom.xml?redirect=false&start-index=301&max-results=150
atom.xml?redirect=false&start-index=451&max-results=150
atom.xml?redirect=false&start-index=601&max-results=150
atom.xml?redirect=false&start-index=751&max-results=150
atom.xml?redirect=false&start-index=901&max-results=150
3. Adım: Son olarak oluşturduğumuz bu site haritalarını Google Web Yöneticisi Merkezine göndereceğiz. Bunun için yine site haritaları sayfasına giderek yukarıda oluşturduğumuz site haritalarını teker teker ekliyoruz.
Sayfayı yenilediğimizde dizine gönderilen içeriklerin olması gereken sayıda olduğunu ve yanlarında beklemede yazdığını görüyoruz. Yaklaşık 24 saat sonra gönderilen bu içerikler dizine eklenecek ve bu yazı değişecektir.
Not: Yukarıda sadece ilk 1000 içerik için yeterli gelecek site haritalarını yazdım. Eğer 1000'den fazla içeriğiniz varsa ve hangi site haritalarını ekleyeceğinizi bilmiyorsanız lütfen yorum bölümünden sorun.Blogger İpuçları01:58Yorum YokErsin Aygun
-
Guardiola "48"
Calcio02:48Yorum YokErsin Aygun
-
Atla Gel İstanbul'aBir Çay İçeriz, Geçer
Çocukluğumuzun sosyal bilgiler kitaplarında aile, babaanne ve çocuklardan oluşur satırlarının hemen yanında resmedilmiş mutlu aile portresine onun albümünden bir fotoğrafı yerleştirilebilirdiniz. Büyük bir aşkla flört ettiği ve evlendiği eşi, İstanbul'da geçen güzel yıllar ve iki erkek evlat... İtibarlı ve başarılarla dolu bir kariyer, geleceğini garanti altına almış eski bir sporcu. Doğduğu toprakların en büyük yazarı Gabriel Garcia Marquez'i okumamış olma ihtimali var mı? Elbette ki yok ama her okuduğumuz satır ihtiyacımız olduğunda aklımıza geliyor mu ki? "Kişisel bir tavır olarak alma. Hayatın sahte olduğunu öğrendikten sonra sadece seni değil, kimseyi umursamıyorum, hepsi bu" diyen Marquez'e kulak verseydi o son dakika haberiyle belki de uzak diyarlardaki sevenlerinin yüreklerini burkmazdı. O zaten sevenlerinin üzülmelerini istemezdi. Oldu ama bir kere. Cali'de doğdu Kolombiya'da. Gabriel Garcia Marquez'in Yüzyıllık Yalnızlık'ı yazdığı yıldan (1967) dört yıl sonra... Marquez, Kolera Günlerinde Aşk'ı okurlarına sunduğunda o Cali'de alt yapıda çok iyi bir kaleci olmaya çalışıyordu. Kolombiya'da iyi kaleci olmak yetmiyordu, Higuita ve Cordoba gibilerin yanında sıradan kalmak istemiyorsun çok çalışmalıydın. 90'ların ortasında Kolombiya'dan Arjantin'e futbol oynamaya gitmek iyi fikirdi, sadece kariyer için değil, hayatta da kalabilmek için... Argentinos Juniors, Independiente tribünleri çok sevdi onu. İspanya'da Real Zaragoza'da işler yolunda gitmediğinde bir oyuncunun kariyerindeki kilit yaştaydı: 28. Ya yokuş aşağı koşacaktı, ya da son bir umutla tırmanacaktı. Onu İstanbul'a getiren kulüp Kopenhag'da UEFA Kupası'nı kazanırken, o ülkesine dönmek yerine ikinci vatanı gibi sevdiği Arjantin'e kürkçü dükkanına Independiente'ye gitmişti.
Fransız kulübü Metz onu tekrar Avrupa'ya getirdiğinde 30 yaşındaydı. 15 yıl öncesine dönersek kaleci bile olsanız futbolda son kontrat demekti 30 yaş. O pasaport meselesi olmasa Fransa'da kalır, olmadı İspanya-İngiltere'ye giderdi ama kısmet işte Galatasaray onu İstanbul'a getirdi. Altı yıl forma giydiği sarı-kırmızılı forma altında Taffarel'i unutturdu ama bir gün valizini toplayıp gittiğinde taraftarlar Muslera gelene kadar yıllar boyunca her gol yediklerinde hep onu andı. Ondan geriye kalan, iyi ve mert bir adam olduğuydu. Tesis çalışanlarına her bayramda harçlık veren, kendisine yardımcı olan bir çocuğun dişlerini Florya'nın sosyetik dişçisinde yeniden yaptıran, evinden tesise, tesisten evine giden, maçlardan önce soyunma odasında uzun uzun dua eden bir adam. İstanbul'dan sonra Köln, oradan ABD'de bir sezon... 40'ına geldiğinde ise başladığı yere dönme kararı alan ve Deportivo Cali'ye imza atan efsane bir kaleciydi o yaptıklarıyla. Brezilya'daki Dünya Kupası'nda rekor için sahaya adım attığında ondan mutlusu yoktu dünyada. Dünya Kupası'nın en yaşlı forma giyen futbolcu ünvanını Roger Milla'nın elinden almış, altı Dünya Kupası'nın eleme gruplarında oynayarak eldivenlerini çıkarmıştı elinden. 10'lu yaşlardaki oğullarının elinden tutup Cali'de futbol okuluna götüren eski bir futbolcuydu o. Sosyal sorumluluk projeleri peşinde koşan, arada sırada ekranlarda yorumculuk yapan çokça da gözlerinin içi gülen bir adam. Öyle değilmiş... Üzülmüş, üzmüşler onu... "Hayatımı sadece ben yargılarım. Başkaları tarafından söz hakkı verilmeden yargılanmaktan sıkıldım" mesajını paylaştıktan iki gün sonra aldığı aşırı dozda antidepresanlar onu ölümün kıyısına taşıdı. Zamanında müdahaleyle hayata döndü ve ilk işi anne ve babasıyla fotoğraf çektirip sevenlerine sosyal medyada "İyiyim" demek oldu. Gabriel Garcia Marquez'den "Anneme söyleyin, insan öleceği zaman değil, ölebileceği zaman ölür" de diyebilirdi aslında. Benim diyeceğim ise: "Atla gel İstanbul'a Mondragon. Bir çay içeriz, geçer."Calcio04:43Yorum YokErsin Aygun